Saturday, July 4, 2009

Turkish translation of "El Apartamento Andjelo"



Melek Apartmanı
Roz Kohen

Yirmi sene boyunca İstanbul’un Galata kulesi yakınlarındaki Melek apartmanında oturdum. Annemle babam bu daireye İkinci DünyaSavaşı başladığında taşınmışlardı. Melek apartmanı altı katlı ve çatısında geniş bir terası olan koca bir apartmandı. Şişhane’nin Kıblelizade sokağındaki bu apartmanın ikinci katının penceresinden sarkınca bir parça da olsa Haliç’i görmek mümkündü. Çocukluğumda bile bir asırı aşan tarihi, gri taş görünümü ve eski tahta merdivenleri ile, Melek apartmanı adeta adına ters düşen bir görüntüye sahipti. Bir asır boyunca gelip geçen Yahudi kiracı ailelerin izleri ile adeta olgun ve bilgiç bir ifade kazanmıştı ama artık eski görkemini tahmin etmek bile zorlaşmıştı.

Dar ve yüksek pencereleri çoğunlukla siyah güneşliklerle örtülü olurdu. Büyüklerin anlattığına göre bu güneşlikleri savaş sırasında karanlık bastıktan sonra şehri düşman bombardımanlarından korumak üzere ve karartma amacı ile kullanırlardı. Dar pencere kenarlarında tek tük sedef otu saksıları yorgun güvercinlerle beraber yaşam kavgası verirdi.

Kapıcının adı Mehmet’ti. Mehmet ve ailesi apartmanın tek Yahudi olmayan sakinleri idi. Bodrum katında kömür ve odun kilerlerinin biri kapıcı ve ailesine ayrılmıstı. Kapıcı odasının yanıbaşında Melek apartmanının oniki daire sakinlerinin soğuk kış aylarında kullanacakları odun ve kömürler dururdu. Mehmet ve ailesi köyden gelmişlerdi. Karısı iyice örtülü olup nadiren kapı önüne çıkardı. Mehmet ise apartmanın en önemli ve ileri gelen kişilerinden biri idi. Melek Apartmanının kiracilarına türlü servislerde bulunurdu: Giriş katını ve altı katın tahta merdivenlerini sık sık sabunlu sularla yıkar, herkesin ekmeği ve gazetesini alır sabah erkenden dağıtımını yapar, her aksam aynı saatte herkesin çöplerini toplar ve kış aylarında da herkesin günlük odun veya kömürlerini dairelerine taşırdı.

Apartman sakinlerinin çocuklarını da Mektep sokağındaki Musevi Lisesine her gün sabah erkenden götürüp akşam 5’te tekrar eve getiren de gene kapıcı Mehmet’di.
Sıcacık elini anımsıyorum: tek elinde üç çocuğun elini tutar, omuzlarına da hepimizin ağır çanta ve sefertaslarını asardı. Her zaman vaktinde bizleri toplar, hep aynı mesuliyet duygusu ile, ellerimizi sıkıca tutar okul kapısı açılıpta Musevi Okulunun kapıcısı, Müsyü Izak’ın dikkatini çekinceye kadar bırakmazdı.




Melek Apartmanında geçen çocukluk yıllarında soğuk kış gecelerini anımsıyorum. Kapıcı Mehmet apartmanın koca ağır kapısını kilitler bir de üstüne sürgü çekerdi. Hafta sonlarında İstiklal caddesi gezmelerinden veya Boğaziçi sefalarından geç vakit döndüğümüzde kapının zilini çalar kapıcı Mehmet’in uyanıp açmasını beklerdik. Usulca, pijaması üstünde paltosu, kapıyı açmaya gelirdi.

Vaktimizin çoğunu bu küçücük apartman dairesinin tek ısınan oturma odasında geçirirdik. Bu küçük odada bir kanape, iki koltuk, bir radyo, dört kişilik bir masa ve bir büfe vardı. Eski eşyaların arasından ancak sıyrılarak geçilecek kadar bir mesafe bulunurdu oturma odasında. İşte bu odanın iki dar penceresinden, caddede oturan komşularımızın yatak odalarını görür ve onların yaşamlarını seyrederdik: Madam Sevi, Almozlinos Ailesi, bay ve bayan Behar.

“Baksanıza yazlıklarını yatak odasının balkonuna çıkarmışlar bile, evin hanımı çok titiz!
Kızını nişanladı galiba, terasta koca çicek sepetleri var. Kayın valdesine ne olmus? Kadıncağız sokaktan seslenip durdu ise de yardıma gelen olmadı. Aman Allahım..Elvira’nin nişanlısı balkonda sigara içiyor..içerdekiler soğuktan donacak..”

Haftanın en önemli günü ise çamaşır asmak üzere teras katına çıktığımız gündü. Annem teras kapısının anahtarını kapıcı Mehmet’den aldıktan sonra ağır ağır, ıslak çamaşırlarla yüklü hasır sepeti alıp çatı katına çıkardık. Bu çatı katının tek gözlü dairesinde berber Zimbul* ve kör kız kardeşi Ester otururdu. Berber Zimbul evlere saç kesmeğe gider, geçimlerini böyle sağlardı. Üst kata birilerinin çıktığını duyan iki yaşlı kızkardeş hemen kapıya çıkar komşularla sohbete dalarlardı.

Mahallenin en ilgi çeken kişilerinden bir başkası da Deli Arditti idi. Genellikle kendisini bu çatı terasına çıktığımda rahatlıkla gözleyebilirdim. Arditti Kiblelizade Sokağından bir gölge gibi süzülürdü. Koca bir sakalı vardı. Yaz ve kış çok kalın ve koyu renkli bir yıpranmış ağır bir palto ve gene aynı renkte bir fötür şapka giyerdi. Paltonun düğmelerine renkli sicimler bağlamıştı. Kendi kendine konuşarak ve gülümseyerek yürürdü. Ürkek görünüşü ile ve yalnız dünyasında bir büyük sırrı taşıyormuşçasına kısa adımlarla yürür, ellerini hiç ceplerinden çıkarmazdı. Annem Arditti’yi her gördüğünde üzülür ve bize Arditti’nin Musevi Lisesine gittigi gençlik yıllarında bir matematik dehası olarak bilindigini anlatırdı.

Melek Apartmanının çatı katindan mahalleyi bir uçtan bir uca görebilmek çok ilginç gelirdi çocukken: sokağın seyyar satıcıları, alış veriş eden komşuları, arabacıları, eskicileri, ve Haliç’in mavna ve vapurlarını, ta yükseklerde halı silkeleyen ev hanımlarını, ve sokakta oynayan çocukları görünmez bir kimliğe bürünerek izliyebilirdim. İşte apartmanın çatı katı bu bakımdan eşsiz bir güvence sağlıyordu. Terasın sağladığı bu sınırsız görüntü Melek Apartmanının dünyanın merkezi oluşu hissini iyice güçlendirirdi bende. Zaman akıp geçerdi çatı katında. Çamaşırlar asılıp da terasta annemin işi bitince aşağı kata gene tahta merdivenlerde terliklerimizi takırdata takırdata inerdik.

Hamursuz bayramı geldiğinde daracık oturma odasının dört kişilik masası açılır, 15 kişiye bir ziyafet sofrası hazırlanırdı. Hamursuz bayramının efsanesi Musevice şarkılarla okunurken bu bayrama has hazırlanmış nefis yemekler yenirdi. Eski büfe açıldığında mavi ince bayramlık porselenler ve altı kırmızı kristal şarap kadehleri ortaya çıkınça adeta sihirli bir havaya bürünürdü oda. Küçük ve kasvetli oda aniden bir konağın salonuna, yemekler de binbir gece masallarından kaynaklanmış nadide bir ziyafete dönüşürdü gözümde.

Geçen yıllarda İstanbul’a üç kere geldim, Amerika Birleşik Devletleri’nden. İlk gelişimde Melek Apartımanı yerinde duruyordu, içeri girip tahta merdivenleri bile çıktık kızlarımla. İkinci gelişimde Şishane Meydanı metro inşaatı yüzünden çepe çevre kapatılmıstı, binayı yakından göremedik. Aradan iki sene daha geçince kuzenim Viki bir elektronik mektubunda Melek Apartmanının aniden çöktüğünü yazdı. Nedense, böylesine haşmetli koca bir apartmanın sonsuza dek kalacağından emindim ve habere pek inanmak istemedim.

Herşeye rağmen Viki Melek Apartmanı konusunda yanılmamıştı. İmar Müdürlüğüne gönderdiğim elektronik mektuba yanıt gelince, apartmanın seneler öncesinden boşaltılmış oldugunu ve bir gece yarısında aniden çöktüğünü öğrenmiştim. Mesaji yazan memur üzülerek “İstanbul tarihinin bir parçası, böylece yok oldu” diyordu.

Son ziyaretimde Melek Apartmanını gercekten yıkılmış buldum. Apartmanın yerinde duran koca bir taş yıgını toplanılmak üzere öylece bekliyordu Şişhane semtinin Kıblelizade sokağında.

Seneler sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin Missouri eyaletinde St. Louis kentinde İstanbul’dan çok uzaklarda, yeşillikler arasında ve şehir gürültüsünden uzak oturduğum koca üç katlı evde, sık sık tekrarlanan rüyalarımda nedense hep Melek Apartmanını bıraktığım yerde bulurum.

Giriş kapısı açık, merdivenleri duvarları önceden hiç hatırlamadığım kadar temiz, insanları mutludur. Kapıcı Mehmet beni sevinçle karşılar. Herşey yerli yerindedir. Rüyamda Apartmanı bulamıyacağımı düşünüp kaygılandığım için kendime kızarım. Melek Apartmanının verdiği bu güvence ile mutlu olurum yeniden.

*Zimbul, Türkçe Sümbül adının Museviler arasında kullanılan şeklidir.

2 comments:

  El espanyol sefardí  Paperback – 2 abril 2024 de  Manuel Gálvez Ibáñez   (Autor)